Havaların iyice ısınmaya başladığı şu günlerde öğrenciler bir taraftan okul derslerini vermenin bir taraftan da kaderlerini belirleyecek olan LGS-TYT-AYT gibi sınavlara girmenin telaşası içerisindeler. Haklılar çünkü emek verdiler,yoruldular. Hayal kurdular yarınları için. Çözecekleri her bir soru hatta boş bırakılan soru bile onlar için çok kıymetli.
Eğitime yapılan emek kadar güzel bir şey yoktur. Çünkü ilim bir nurdur. İlimsiz bir hayat zulümattır. Yıllarca göz nuru dökersin, dirsek çürütürsün, maddi külfete katlanırsın. Gençliğin en güzel ve verimli çağı eğitim döneminde geçer. Stresli, yorgun heyecanlı!Okur yazar oranlarının Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda %11 iken günümüzde %99’lara ulaşmış olması sevindirici. Bu aşamaya elbette kolay gelinmedi. Nice devrimler, yenilikler, yasalar yapıldı, yapılıyor .Bu kapsamda hazırlanan “Türkiye yüzyılı maarif modeli” müfredatının yarınlarımız ve yavrularımız için şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.Evet, okullaşma ve okurlaşma oranımız arttı. Ancak gerek genç nüfusun artması gerekse her şehirde yüksek okul-fakülte adı altında üniversitelerin açılması avantajların yanında dezavantajlarıda(tahsilli işsiz sayısı) beraberinde getirdiği bilinen bir hakikat.
Özellikle 2000’li yıllardan itibaren başlayan ve gittikçe sayıları artan sıbyan mektebi olarak da bilinen 4-6 yaş okulları halk tarafından memnuniyetle karşılanıyor. Bu yaş gurubuna eğitimin paydaşlarından olan Diyanet işleri başkanlığı da büyük katkı sunuyor. Müftülüklerin ilahiyat mezunlarını buralarda görevlendirilmesi çocuk yaşta eğitimin ne kadar ciddi olduğunu göstermek adına yeterli sanırım. Çünkü erken yaşta çocuklar ahlaki ve milli değerlerle tanışıyor.
Bir gün market alışverişi sırasında kasiyerdeki hanımefendiden duymuştum. “Çocuğunu yakınlardaki müftülüğün 4-6 yaş kursuna gönderdiğini, içinin rahat olduğunu, bu yüzden kendisinin çalışmaya devam ettiğini’ .
YANLIŞA YANLIŞ DEMESİNİ BİLMELİYİZ
Çağdaşlık, medenilik, uygarlık kelimeleri kulağa hoş gelen tılsımlı kelimeler. Fakat sormak lazım. Neye göre, kime göre çağdaşlık? Var mı bunun bir ölçütü? Yok. Öyleyse okullarda kutlanıla gelen 23 Nisan, 29 Ekim, 19 Mayıs gibi etkinliklerde çocuklarımızı kılıktan kılığa sokup ne öcü gibi göstermeye kimsenin hakkı var! Burada etkinlikleri hazırlamakla görevli hocaların toplumun hassasiyetlerini dikkate almasında yarar görüyorum.
Başka bir yanlış. Her sınav sonrası özellikle dönem sonlarına doğru müdürlere ve öğretmenlere karşı saldırıların artması.Kalem tutması gereken eller maalesef ya silah tutuyor ya bıçak. Tabi bizler bu tür olayları kamuoyuna yansıdığı kadarıyla biliyoruz. Ümit ederiz ki bu saldırılar bir elin parmaklarını geçmesin.Hatta hiç yaşanılmasın.
Son zamanlarda moda haline gelen bir hususta mezuniyet kutlamalarının yaygınlaşması. Âdeta olmazsa olmazlarımız arasına girmiş durumda. Anlayacağınız rutinleştirmişiz. En sık rastladığımız kutlamalar ise doğum günü ve mezuniyet kutlamaları.
Karşı mıyım? Asla! Olabilir mi? Tabi ki! Bu günler mezun olma diploma alma günleridir. Hasat günleridir âdeta. Sevinç günleridir. Burada da bir ölçü aramak gerekir mi? Ölçüsüzlük kural tanımamak demektir. Dolayısıyla mezuniyet törenleri kutlanılacaksa okul kültürüne uygun başında ‘milli’ ibaresi yazan milli duygulara uygun genel örf ve ahlaka uygun olması gerekir. Kanaatim, mezuniyet adı altında yapılan danslı,balolu, içkili kutlamaların doğru olmayışı. Söz konusu idareciler kadar anne babalarında duyarlı olması gerekir.
Yukarıda devrim kelimesini kullanmıştım. Devrimlerle beraber hayatımıza giren harf inkılabı(1 Kasım 1928) belki yeni devletin yeni vizyonuydu. Ancak burada da kademeli geçiş yapılabilir miydi. Yapılsa kime ne faydası olurdu?derseniz, En azından yeni nesil; atasından kalma mezar taşını, camisindeki kitabeyi okuma fırsatı bulabilirdi. Tarihten gelen bağları koparmama adına hem bir zenginlik sayılacak hem de zihinsel köprüler yıkılmamış olacaktı, Alınan bu kararlara öngörüsüzlük de diyemeyiz. Zira devrimler her alanda olduğu gibi köklü ve radikal kararlar içerir.