Yine bir gün mutfakta annemle beraberdik. Ocağın yanına minderlerin üzerine oturmuştuk. Ocaktaki tencerede akşamlık çorbamız fokur fokur kaynamaktaydı. Sanırım yarma haşlayıp yoğurtlu çorba yapacaktı. Sanırım diyorum çünkü üç yaşlarındayım. Annem kucağına almıştı beni. Seviyor, öpüyor kokluyordu. Bir taraftan da sorular soruyordu. Bense filozofça (!) cevap veriyordum. Annem: Müslüman mısın? Kimin kulusun? Kitabın adı ne? Peygamberimizin […]
Yine bir gün mutfakta annemle beraberdik. Ocağın yanına minderlerin üzerine oturmuştuk.
Ocaktaki tencerede akşamlık çorbamız fokur fokur kaynamaktaydı. Sanırım yarma haşlayıp yoğurtlu çorba yapacaktı. Sanırım diyorum çünkü üç yaşlarındayım. Annem kucağına almıştı beni. Seviyor, öpüyor kokluyordu.
Bir taraftan da sorular soruyordu. Bense filozofça (!) cevap veriyordum.
Annem: Müslüman mısın? Kimin kulusun? Kitabın adı ne?
Peygamberimizin adı ne? Dinin nedir? Kıblen neresi? Gibi dini sorular sormuştu. Bende yine kendinden öğrendiğim kadarıyla cevap veriyordum:
Elhamdülillah Müslümanım. Rabbim Allah. Kitabım Kuran. Peygamberim hazreti Muhammed s.a.v. dinim İslam,kıblem Kabe dediğimi hatırlıyorum.
Anadolu işte böyle bir yer. Daha küçükken her şey anlatılır öğretilirdi. Çünkü ağaç yaşken eğilir demiş, atalarımız.
Büyüklerimiz de bu sese kulak vermişti. Kabirde münker –nekir melekleri sorguya çekmeden önce ana kucağında baba ocağında talim ve terbiyeyi alırdık.
Ben annemin sorularına tıkır tıkır cevap verirken annem sevgi sorularını sormaya başladı.
En çok kimi seviyorsun?
Ben :Allah’ı
Sonra kimi seviyorsun?
Peygamberimi
Sonra kimi?
Annemi, babamı kardeşlerimi…
Ne kadar çok seviyorsun?
Çok, çok, çoook!
Ama yetmiyordu bu sevgi. Çok kelimesi bile kifayetsiz kalıyordu. Zaten topu topuna üç harf değil miydi?Oysa ben sevgimi anlatmam için dağlar kadar, yerden ta göğe kadar diyerek sevgimin sınırsız ve sonsuz olduğunu anlatmak istemiştim. Sonra bunların da az geldiğini düşünerek asfaltlar kadar, yollar kadar seviyorum dedim. Çünkü yollar uzundur bir uçtan bir uca. Git git bitmez,diye düşünmüştüm.
Annem bu soruları sorarken lanet şeytandan olsa gerek/sevgimizi kıskanmıştır ansızın tencerede kaynayan çorbanın üzerine sendeledim. Kolum o küçücük kolum dirseğimle beraber yanmıştı.
Can bu, tatlıdır. Hemen feryat figan etmeye başladım.
Anneee…! Babaaaa !
Uzun süre gözlerimden yaş, burnumdan sümüğüm dinmemişti. Nasıl ağlamayım kolum yanmıştı. Kuyruk acısını eşekten düşen iyi bilir.
Annem tüm bu olup bitene şaşırmıştı. Rahmetli babam (ruhu şad olsun) ahırda hayvanlara yem veriyordu.
Ağladığımı duyunca panikle yanımıza geldi.
Ne oldu? Nedir bu haliniz? kim yaptı? Sordu mu bilmem ama bir tokat sesiyle iyice vızıldamaya başladım.
Eşek sıpası, bir de seninle mi uğraşayım, bu işin gücün içinde bir bu eksikti.
Dedim ya işte budur baba yüreği…!
Nasıl olsa 8 kardeştik. Bana sıra gelene kadar sevgisi de azalmıştır sabrı da.
Ama olsun yine de Baba yüreğidir. Hem döver hem sever derlerdi büyüklerimiz. Dayanamadı. Alıp götürdü doktora.
Yanık kremi yazmış ilçedeki doktor. Sonra komşumuz Nuriye teyze her sabah evimize gelir: ‘Aziz’im iyileşsin. Tez elden kabuk bağlasın yaraları’ der kristal zeytin yağı sürerdi.
Rabbime çok şükür kısa sürede iyileştim de.
Bazen düşünürdüm. Neden babalar çatık kaşlı ,asık suratlı ve asabi olur diye. Belki de erkek olmanın fıtratında vardı.
Çünkü er, asker olacak. Yiğit olmalı, efelenmeli küheylan gibi. Annelere gelince karnında taşıdığı bebeğe rahmanın rahim sıfatı tecellisiyle daha müşfik davranabilmekte.
Babalar merhametsizmiş gibi algılansa da onlarında yüreğinde kocaman sevgi vardır. Öyle ki bu sevgi tohum olur.
Filiz olur. Asırlık bir çınara dönüşür.
Gabriele Annunzio “Bir baba 100 evlada bakar da 100 evlat 1 babaya bakamaz” demiş. Geliniz şu Babalar gününde bunun doğru olmadığı söyleyelim ve bu tezi çürütelim.
Çünkü artık bende bir babayım. Benimde evlatlarım var. Tüm babalarımızın günü kutlu olsun. Rabbim onlara rahmet nazarıyla şefkatle bakmayı nasip etsin.