İnsanın rol üstlendiği, sorumlu olduğu, çaba gösterdiği, imkan ölçüsünde yapmaya çalıştığı davranış çeşitleri vardır. Kimi peygamberler bile zaman zaman, “bittim ya Rabbi! Benden bu kadar” diye, yüce Mevla’ya arzda bulunmuşlardı. Bir kulun, hatta bir peygamberin sınırlarının çizildiği limit noktasında beşeri sorumluk bitiyor, ” külli irade” dediğimiz ilahi irade devreye giriyor. Bu noktadan sonra, yeni bir […]
İnsanın rol üstlendiği, sorumlu olduğu, çaba gösterdiği, imkan ölçüsünde yapmaya çalıştığı davranış çeşitleri vardır.
Kimi peygamberler bile zaman zaman, “bittim ya Rabbi! Benden bu kadar” diye, yüce Mevla’ya arzda bulunmuşlardı.
Bir kulun, hatta bir peygamberin sınırlarının çizildiği limit noktasında beşeri sorumluk bitiyor, ” külli irade” dediğimiz ilahi irade devreye giriyor.
Bu noktadan sonra, yeni bir boyutta iradeden bahsediyoruz ki; o da kâinatı yaratan, imtihan sorularını belirleyen yegane hakim güç sahibi Allahu Teala’dır.
Senin ilgi alanın olmayan, sınırlarını ve gücünü aşan alanlarda keşke, neden şöyle yapmadım, neden şunu demedim, neden şunlarla, şu sıkıntılarla karşılaştım şeklinde hayıflanmalar, dövünmeler boşuna çabadır, isyandır, irade sahibine yapılan tehlikeli bir itirazi davranıştır.
Gözüne gösterilmeyen, diline getirilmeyen, aklından bir anda çıkarılan, unutturulan nice davranışlar; senin iradeni aşan güç ve otorite alanını ilgilendirir.
Kaç kere, bunu nasıl aklıma getiremedim, nasıl şunu söylemedim, neden bu kadar basit bir soruya cevap veremedim şeklinde kendimizi suçlar, kahrederiz.
Oysa orada, senin hatırlama, söyleme, cevap verme yetkin elinden alınmıştı, tüm çabaların boşunaydı.
Cüz’i irade dediğimiz; bireylerin yetki ve sorumluluk sınırları kendilerine tahsis edilen alanlarla çevrilmiştir. Bu alanı zorlamaya çalışmak, haddi aşmaktır.
Asla, tembel, aktiviteye geçmeyen, teslimiyetçi, bahaneci kaderci bir davranış biçimini onaylamıyoruz.
“Deveni sağlam bağla, sonra tevekkül et” prensibi konuyu çok güzel bir şekilde özetleyip ifade ediyor.
“Olduğu kadar, olmadığı kader” sözü de temel bir prensip olarak hayatın gerçeklerini özetliyor.
Nasıl ki bahaneci, gerekçe üreten, kolaycı bir hayat biçimini yanlış biliyorsak; İnsan sınırını aşan durumlara da müdahaleyi yanlış ve tehlikeli buluruz.
Olmasını istediğimiz, çok kolay gibi görünen bir işin bir türlü olmadığını gördüğümüzde derhal ilahi iradeyi hatırlayıp, hakikati zorlamaya çalışmamak en akıllı iştir.
Demek ki, kulun hak, yetki ve sorumluluk alanları, ilahi iradenin yetki alanlarına, zorlayarak uzatılmaya çalışılmamalı.
Kendi alanınızda zannettiğiniz bir iradenin gerçekleştirilmediğini gördüğünüzde çırpınmanız, üst bir iradeyi gözardı etmenizden kaynaklanıyor.
Size verilmeyen yetkide devre dışısınız, kullanamazsınız, bu böyle biline!