Allahü Teala herkesi maddi imkânlar yönünden eşit yaratmamıştır; “bazılarını bazılarından imkan yönünden üstün yaratmıştır”. Herkes, maddi yönden eşit seviyede olsaydı; dünyalık işleri, biraz daha ağır işleri yapacak kimse bulunması imkansız olurdu. Oysa toplum düzeninin, toplumsal hayatın devamı için herkesin bir şekilde çalışması gerekir. İmkanı olanlar iş alanları açacaklar, ihtiyacı olanlar bu alanlarda çalışacaklar toplumun yaşamını […]
Allahü Teala herkesi maddi imkânlar yönünden eşit yaratmamıştır; “bazılarını bazılarından imkan yönünden üstün yaratmıştır”.
Herkes, maddi yönden eşit seviyede olsaydı; dünyalık işleri, biraz daha ağır işleri yapacak kimse bulunması imkansız olurdu.
Oysa toplum düzeninin, toplumsal hayatın devamı için herkesin bir şekilde çalışması gerekir.
İmkanı olanlar iş alanları açacaklar, ihtiyacı olanlar bu alanlarda çalışacaklar toplumun yaşamını kolaylaştıracaklar.
Varlıklı olanla, imkanı az olanlar arasında bir bağ vardır, belirli bir düzen sağlanmak zorundadır.
Elinde servet bulunduranla, maddi ihtiyacı olanlar arasında bir denge kurmak mecburiyeti vardır. Her iki kesim de birbirine bağlıdır, karşılıklı ihtiyaçları vardır.
Her zaman, çok çalışanın maddi servete kavuşacağı söylenemez. Allahü Teala dilediğine çok, dilediğine az vermek kaydıyla; kullarını imtihana tâbi tuttuğunu bildirmiştir.
Ne varlıklı olan şımarık, ne kibirli ve tepeden bakmacı olacak, ne de ihtiyaç sahibi bu duruma isyan edece;, başkasının elinde bulunan imkana karşı düşmanca, hasetçe, kıskançlıklı bir tavır sergileyecek.
Psikolojik denge önemle ve titizlikle korunacak.
Malı elinde bulundurana öncelikle Yaratıcı; o malın gerçek sahibi olduğunu Kitabımız’ da sık sık hatırlatmaktadır.
O toplumun ihtiyaç sahiplerinin , bu pastada bir paylarının olduğu; serveti elinde emanet olarak bulunduranlar tarafından dikkate alınmak durumundadır.
Mal benim, ben kazandım, veririm ya da vermem deme hakları yoktur.
Mesela, ortak olunan vatanın topraklarında her bir bireyin hakkı vardır. Ortak olunan vatan mülkünde işletilen maden gelirinden, dağlardan, ekilen arazilerden, akan sulardan, rüzgardan, denizlerden elde edilen gelirler bir kesimin kazanç yeri olamaz. Belirli ölçüde kazançlar bir şekilde paylaşılmak durumundadır.
Tüm bireylerin yaşam alanlarının kirlenmesinin, gürültü oluşturulmasının, araçların , fabrikaların duman çıkarmasının, araçların trafik oluşturmasının bir kazanç elde etmenin sonucunda oluştuğu kesindir.
Bu durumda sefasını bir kesim sürecek, diğer kesim zararını görecek. Böyle bir toplum işleyişinden bahsetmek imkansızdır.
Anlatmak istediğimiz: Bu kazançtan dolayı ve bahsettiğimiz nedenlere bağlı olarak; kazanan, servet edinen kimseler kazancından belirli oranda vergi ve zekât vermek mecburiyetindedirler.
Bu tasarruflar bir lütuf, bir keyfilik değildir. Bilakis yaptırımı ve cezası olan bir konudur.
Yani, bu servet sadece senin değil, ortakların var; onların payını da vermek zorundasın.
Zekatın verilişi, oranları, şartları ile ilgili bilgiler; Diyanet, müftülükler ve fıkıh alimleri tarafından halka açıklanmakta, kitaplarda izah edilmektedir.
Zekât konusunda en büyük karmaşa: keyfilik, cimrilik, gayr- i resmilik , bahane ve gelişen çağın şartlarına göre net bir hüküm ortaya koymaktaki sıkıntı ve homojen bir fikir olmayışıdır.
Mesela, ihtiyaç dışı , yatırımlık emlak, arazi, araç gibi mallarda nasıl bir zekat verileceği; kiradan mı, yoksa tüm mal varlığından mı verileceği konusunda görüş farklılıkları vardır.
Verileceği zaman, süre, öncelikle kime verileceği gibi konular çok önemlidir ve titizlik gerektirir.
Ticaret ortamından, ya da ikili ilişkilerden kaynaklanabilen borçların durumu da ciddi sorunlar oluşturmaktadır.
Alma ihtimali olan alacaklarla, zayıf, hatta hiç tahsil edilme ihtimali olmayan alacakların zekâta nasıl yansıyacağı, nelere dikkat edileceği konusu da ciddi bir gündem oluşturmaktadır.
Halk tabiri ile batak, alma imkanı olmayan bir alacağı, borçluya zekât saymak; kişinin kendisini kandırması ve zekâttan kaçaması anlamına gelir.
Elde kalmış, eskimiş, bozulmaya yüz tutmuş malları zekât olarak değerlendirmek de hilenin, kurnazlığın, basitliğin farklı bir versiyonudur.
Zekatın sosyal dengeyi koruduğu, düzeni sağladığı, insanların dünya nimetlerinden hakları oranında faydalandığı, sevginin, muhabbetin, şefkatin, barışın tesis edildiği bir amacı gerçekleştirmesi hedeflenir.
Hele hele ihtiyaç sahiplerinin, servet sahiplerine karşı kem gözle, düşmanca, kıskançlıkla bakmaları ve davranış sergilemeleri, zekatla önlenebilir.
Düşmanlığın yerini barış, dostluk ve dua alır.
Zekât müessesesini ciddiye almak, hakkını vermek, azami dikkat göstermek hem devletin, hem de bireylerin çok elzem görevlerindendir.