Zulmün adı, nitelikleri, yöntemi ve coğrafyası değişse de; tarih boyunca hep zulüm olarak tanımlanmıştır. İnsanlığın en çok kullandığı kelimelerden biridir: Zulüm. Bir de bunun karşıtı olan: Adalet. Gücü elinde tutan birey, kurum ya da devletin; bireye ya da topluma yönelik olarak haksız, hukuksuz ve ahlaki olmayan; en küçüğünden en büyüğüne kadar ortaya koyduğu şiddet türüne […]
Zulmün adı, nitelikleri, yöntemi ve coğrafyası değişse de; tarih boyunca hep zulüm olarak tanımlanmıştır. İnsanlığın en çok kullandığı kelimelerden biridir: Zulüm. Bir de bunun karşıtı olan: Adalet.
Gücü elinde tutan birey, kurum ya da devletin; bireye ya da topluma yönelik olarak haksız, hukuksuz ve ahlaki olmayan; en küçüğünden en büyüğüne kadar ortaya koyduğu şiddet türüne zulüm adı verilir.
Zulüm bireyi ve toplumu hiçleştirmek; sürüye dönüştürmek eylemidir. Doğuştan gelen insan onurunun ve özgürlüğünün elinden alma girişimidir. İnsani kimliği yok etme projesidir. İnanç, din, kültür ve gelenek farklılıklarını; tek tipleştirmedir. Alın teri ve emeğin sömürülmesidir; zulüm. İnsanlık tarihinde farklı isimler alsa da modern zamanlarda bunun adı: 28 Şubat’tır.
Zalimlerin ki – kendilerini Kemalist ve laik, M. Kemalin askerleri olarak – tanımlamışlardı. Hedeflerini irticayı yok etmek ve savaşmak olarak nitelemişlerdi. İrtica ne idi? Mütedeyyin ve dindar insanların ta kendisiydi. Onların İslami yaşam tarzıydı. 28 Şubat aktörleri; yanlarına farklı kesimlerden taraftar bulsalar da; mezhepçi bir şiddet içermekteydi. Devletin istihbarat servislerini devre dışı bırakarak, yasadışı yeni bir istihbarat ağı; Batı Çalışma Grubu (BÇG) oluşturarak; CIA ve MOSSAD ile bütünleşen; zulüm ağı oluşturdular. Üniversiteler ikna ve toplama kampına dönüştürüldü. Özellikle kamuda çalışan mütedeyyin ve dindar insanlara yönelik; tarihte eşine az rastlanır şiddet örneği uygulandı.
Tarihçiler, sosyologlar, aydınlar, ahlak otoriteleri ve hukukçular; tarihte yaşanan 28 Şubat türlerini; kendi disiplinleri çerçevesinde ele alarak kamuoyunu aydınlatmalıdırlar. Bu bir sorumluluktur. Hem ahlaki hem de sahip oldukları disiplinler açısından bir sorumluluktur.
Modern insan her şeyi yargılayan insandır. Din, tarih, kültür hatta Tanrı’yı bile. Tanrının eleştiriye tabi tutulduğu bir yüzyılda; bir milletin kaderini tayin eden olayların tabuya dönüştürülmesi kabul edilemez. Bu çerçevede “Hz. Peygamberin sünneti ve Müslümanların parolası niteliğinde olan ezanın; Türkçe okutulması. Kur’an-ı Kerim’in yasaklanması ve okullardan din derslerinin kaldırılması. 1000 yıldır kullanılan ve üzerine medeniyet inşa edilen harf, rakam ve yazıların yasaklanarak; Latin alfabesine geçilmesi. Ölürsem şehit kalırsam gazi diyen bir milletin; anayasasından “devletin dini İslam’dır” metninin kaldırılması. Kılık kıyafet ve şapka devrimi ilan edilerek; şapka giymeyen binlerce âlim ve Müslümanın idam edilmesi. Şeri (İslam) hukukun kaldırılarak, roma hukukunun yürürlüğe konması. Türk sanat müziğinin yasaklanması. Etnik kimliklerin yasaklanarak tek ulus dayatılması. Yeni bir tarih uydurulması ve kadim tarih düşmanlığının müfredata konulması. Tarihi eser, yapı ve vakıf binaların yıkılması ve satılması. Tarihi mimarilerin üzerindeki tuğra ve işaretlerin kazınması ve yok edilmesi. 1960 askeri darbesi ve 1980 askeri darbelerin yaşanması.” İdeolojik kaygıdan ve saptırmaktan uzak; ahlaki ve bilimsel olarak gündeme alınmalıdır.
“Tarih tekerrürden (tekrar) ibaret” derler. Tarih mutlak tekerrür değildir. Tarihten ders çıkarılmazsa tekrarı yaşanır. 28 Şubat post-modern darbelerinin; farklı isimler altında bir daha yaşanmaması için; insan hakları, inanç ve tarih bilincinin kuşanılması çok önemlidir.
Hafıza kaybı çok korkunç bir kayıptır. Her 28 Şubat bir hatırlatmadır/olmalıdır. Yani 28 Şubat zulmün adıdır.