Tıpkı ; akıl, mantık, irade, vicdan ve duygularımızla analiz yapmayı bilmediğimiz gibi bilimsel ve felsefi analiz yapmayı da beceremiyoruz. Algılama, idrak etme onu kavrama dönüştürme , soyutlamayı becermeye gibi melekeleri sanırım insanın meziyeti tam da burada ortaya çıkıyor ! İnsanı en güçlü yapan şey aslında en güçsüz yapan şeydir ! Bir yanda kelimeler var geçmişten […]
Tıpkı ; akıl, mantık, irade, vicdan ve duygularımızla analiz yapmayı bilmediğimiz gibi bilimsel ve felsefi analiz yapmayı da beceremiyoruz. Algılama, idrak etme onu kavrama dönüştürme , soyutlamayı becermeye gibi melekeleri sanırım insanın meziyeti tam da burada ortaya çıkıyor !
İnsanı en güçlü yapan şey aslında en güçsüz yapan şeydir ! Bir yanda kelimeler var geçmişten gelen kadim bilgileri gelecek nesillere kelimeler aracılığıyla aktarıyoruz. Aslında bu kelimeler bir yandan insanın dünyaya egemen kılarken diğer yandan da onu dünyanın en duyarlı varlığı haline getiriyor.
Kelimeler aslında büyüsel, kelimelerin bu büyüsel özelliklerini fark ederek bu kelimelere anlam yüklemek ve yargılamaktan vazgeçersek daha açık bir ifade biçimi ile yargılı kelimeler kullanmazsak çok daha sade bir yaşamın içinde yaşıyor oluruz . Şehirleşme sonrası kendimizi kapattığımız bu yapay ortam içerisinde ürettiğimiz yapay problemler biyolojimizden kopmanın , ne yapacağımızı bilmemenin, üç günlük aklıyla 3,5 milyar yıllık bir organizmayı yürütmeye çalışmanın bahtsızlığı ile bugün bir çok problem yaşıyoruz !
Bir yandan uzaya bakıp , ya arkadaş ben buraya neden geldim diyebilen tek tekil organizma olarak insanın bundan sonra yapması gereken programlar yapıyoruz. Ama bunu yaparak algımızı da geliştiriyoruz . Aslında bu noktada kullanılan araçlara da bakabilmeliyiz !
İnsana dair en eski izin ne olduğunu hep merak ederiz. Mağara duvar resimleri 30 – 40.000 yıl önce yapılan insanın diğer canlılardan farklı olarak dünyada cisimleştiğinde yürümeye başladığında , alet edevat yapmadan önce somut dünyayı gözlemleyerek zihninde oluşturduğu soyut imgeleri somut bir ürünü dökmek gibi bir dürtüye sahip görünüyor !
Mesela örnek vermek gerekirse , o dönemin insanları mağara duvarlarına resimler yapıyorlar ve yarına kalması amacıyla İlginçtir hepsinde ortak olan şey el işareti, elini çamura bulayarak – kök boyaya batırarak duvara bastığı el işaretleridir , yani beş parmak el açık işareti !
Dolayısıyla geleceğe iz bırakma – kendinden bir iz bırakmada kaygısı diyebiliriz ! Aynı zamanda varoluşun çeşitli sembollerle ifade edilişi ! İnsan türünün bir taraftan hırsları yüzeysel kapasiteleri adeta altta kalmış kapasitelerinin önünü kesiyor !
Varoluşun kendisi farklı sembollerle ifade edilmesi insan türünün bir taraftan hızları diğer taraftan egolari yani daha yüzeysel kapasiteleri altta gizli kalmış kapasitelerinin üzerini – önünü kesiyor ! Çünkü biz yüzeysel özelliklerimizi önem veriyoruz hırs, öfke gibi bir miktar bu kapasitelerle uğraşıyoruz.
Aslında dinde, Sufiilikte olduğu gibi daha derinde olan kapasitemizin uyanmasına veya gizli kalmasına neden oluyoruz ! Aslında zihin üzerinde düşünce ve imajların oluştuğu bir toprak olarak düşünülebilir . Bu düşünce ve imajların oluştuğu toprak üzerinde her gün yeni yeni çiçekler açıyor !
Ama insan türü yalnızca yeni açan çiçeği gördüğü için daha geride açan çiçekleri çok fazla görmüyor ! Popüler kültürde hangi çiçek varsa biz onu seviyor ona okşuyoruz ! Ancak tabana indikçe o gizli kapasiteleri ortaya çıkarmak anlamlandırmak bir tarafta var oluşu göstermekten çok hiç olduğumuzu göstermekle ilgili .
Yani erdemli olmaya doğru geçiş , aslında bir hiç olduğumuzun farkına varabilmek , kainat içerisinde bir kum tanesi olduğunun farkında olmak ve kum tanesinin hakkını vermek , yaşamaktan farklı bir şey , daha açık bir ifade biçimi ile kum tanelerinin yani bizlerin hepimiz bir araya geldiğimizde koca bir dağ oluyor , yada bizler birer su damlasıyız ve bir gün diğer damlalarla birleşince bir okyanus olur !
Böyle bakınca hırslardan bir miktar arınmaya başladığımız zaman yani maddesel anlamla manevi anlam arasındaki bağlar nasıl oluyor bu hususunda göz ardı edemeyiz ! Dolayısıyla duvarlara konulan ve çizilen el resimleri varoluşunuzun imzası oluyor ! Ve geriye dönüşte ne kaldı diye baktığımızda bu değerler nedeniyle insanlar alacaklı gibi yaşıyorlar ! Alacaklı gibi yaşayıncada mutlaka almam gereken – emmem gereken bir şey gibi düşünüyorlar ! Ve alacaklı gibi yaşadıkları için alacaklı gibi de ölüyorlar. Ve lütfen unutmayınız , bütün alacaklılar mutsuz ölürler ! Dostlarım ne zaman ki alacaklı gibi yaşamaktan vazgeçersek var oluşun değerini daha bir farklı bilebiliriz ! Benim sizlere tavsiyem dünyadan alacaklı gibi değil de , yaşamın – hayatın , aldığımız her nefesin bizim için bir ödül olduğunu bilerek yaşamamız olacaktır !