Güzel bir Pazar akşamı size babaannem rahmetliden bir “mesel” daha anlatayım. Anlatacağım hikâye gerçekten nenemin zamanında mı yaşandı veya o da bir anonim öykü olarak büyüklerinden mi dinledi? Bilmiyorum. Sultan gelin. Sultan gelin köyün en yaşlısıymış. Hatta o kadar yaşlıymış ki köyde onun gençlik zamanını bilen ve hatırlayan dahi yokmuş. Hepsi rahmetli olmuş. Yüzden fazladır […]
Güzel bir Pazar akşamı size babaannem rahmetliden bir “mesel” daha anlatayım.
Anlatacağım hikâye gerçekten nenemin zamanında mı yaşandı veya o da bir anonim öykü olarak büyüklerinden mi dinledi? Bilmiyorum.
Sultan gelin.
Sultan gelin köyün en yaşlısıymış.
Hatta o kadar yaşlıymış ki köyde onun gençlik zamanını bilen ve hatırlayan dahi yokmuş. Hepsi rahmetli olmuş.
Yüzden fazladır derdi babaannem. Belki yüz yirmidir diye eklerdi.
Dal gibi ip incecik uzun boylu bir kadınmış.
Kendisi gibi incecik şimşir bir bastonla ve yine kendisi gibi olabildiğince zayıf köpeği Medet ile gün batınca köyün biraz uzağındaki evinden çıkıp köy kahvesine gidermiş.
Gidip kahve sobasının hemen yanındaki sandalyesine otururmuş.
Köy ahalisinin nazarında yaşı gereği itibarı çok yüksekmiş.
Düşünün o tarihlerde bir kadın akşamın karanlığında köy kahvesine gidecek ve nerede ise kahvenin başköşesine üstelik köpeği yanında kurulacak?
Bu gün bile mümkün değil. İnanılmaz.
Anlayacağınız Sultan gelinin saygınlığı çok yüksek.
Köpeği yaşlı Medet, sahibinin oturur oturmaz uyuklamaya başladığı sandalyesinin dibine çöreklenir ve nerede ise o da aynı zamanda uyumaya başlarmış.
Şimdiye kadar her şey çok güzel ama
Sultan gelin daldığı derin uykusu esnasında çok gürültülü ve şiddetli şekilde yellenirmiş.
Öyle bir yellenme ki gürültüsünden kendisi bile uyanırmış.
Ve uyanır uyanmaz ince bastonu ile zemine vurup dibindeki yaşlı tazısını azarlarmış.
“Tazı meret!..”
Medet adının meret olarak değiştirilip azarlanması karşısında hiç tepki vermezmiş.
Kocaman gözlerini kaldırıp Sultan geline şöyle bir bakış atıp tekrar uyumaya devam edermiş.
Uzun bir süre, günler boyunca hem yellenmesi, hem de her vukuat olduğunda tazıyı azarlaması “Tazı meret!..” serzenişi sürmüş gitmiş.
Günlerden bir gün sıcak sobanın yanında uyuya kalan yaşlı kadın alışık olunduğu üzere kuvvetle yellenip uyanmış.
“Tazı meret!..” diye bağırıp bastonunu yere vurmuş ama bir de bakmış ki ortada Medet yok!..
Kahve ahalisi ataları utanmasın diye “Rahat ola Sultan gelin. Rahat ola!..” demişler. Teselli etmeye çalışmışlar.
Sultan gelin oturduğu sandalyeden fişek gibi kalkmış.
“Bunun rahatı da batsın, dirliği de” diye köylüyü azarlayıp çıkıp gitmiş ve bir daha kahveye hiç gelmemiş.
Kıssadan hisse.
Kabahatinizi kabullenin.
Kabahati bir masumun üzerine atmayın.
Konumunuz gereği kabahatlerinize göz yuman kalabalıkların olması o kabahatin üzerini örteceğiniz anlamına gelmez.
Sonra ne rahatınız kalır ne de dirliğiniz.
Aklıma bu hikâye nereden peydah olduysa yazıya dökmek istedim. Galiba Latinlerin düz yazı dedikleri bir kavram üzerinde kalem oynatmaya çalıştım. Düz yazının özelliklerinde şöyle der Latin nesir üstadları: Açıklık: Yazının açık, anlaşılır ve tartışmaya neden olmayacak olması. Özlülük: Yazının söz yığınından uzak ve aktarılması gerekeni direkt aktarması. Sanırım bu yaşadığım bir anlık bir duygunun ürünü bir yazı oldu erenler canlar… Peki! Sizin hayatınızda da medet gibi pişmanlıklarınız oldu mu hiç.. ehhh!!! O da size kalsın canım. Güncel siyaset tarafına çekmeyin abiler, kıssa ve hisse dedik ya…