Ülkece çok iyi bildiğimiz üç şey var: Tababet (Sağlık), Diyanet (Din), Siyaset (Politika). Ülkece hiç bilmediğimiz en önemli şey ise haddimiz. Yani sınırsızlık asli özelliklerimizden biri haline gelmiş. Sınırı olmayan bir insan her şeyi yapmaya, her şeyi düşünüp, her işe el atmaya açık hale gelir. Bilmediği bir şey yoktur, üzerine konuşamayacağı bir konu da. Bilgisizlik […]
Ülkece çok iyi bildiğimiz üç şey var: Tababet (Sağlık), Diyanet (Din), Siyaset (Politika).
Ülkece hiç bilmediğimiz en önemli şey ise haddimiz. Yani sınırsızlık asli özelliklerimizden biri haline gelmiş. Sınırı olmayan bir insan her şeyi yapmaya, her şeyi düşünüp, her işe el atmaya açık hale gelir.
Bilmediği bir şey yoktur, üzerine konuşamayacağı bir konu da. Bilgisizlik aşılabilir bir durum fakat bilmediğini bilmemenin pek bir çaresi yok.
Bilmediğini bilmek, bildiğimizin yanıldığımıza yetmediğinin farkında olmak bile bir erdemdir. Kendini bilmektir. Çünkü bilmediğini farkettiğin an bilinç devreye giriyor ve bilgisizlik sana ağır geliyor. Bir süresonra da bu durumdan kurtulmak için incelemeye, araştırmaya ve öğrenmeye başlıyorsun. Yani bilmeye.
Bilmediğini bilmemek yani kendinden bihaber olma durumu ise bambaşka. Büyük cehalet. Mevlana’nın “Bir delil ile kırk alimi yendim, kırk delil ile bir cahili yenemedim” sözünde olduğu gibi cehaletinin farkında olmayan için yolun sonu yoktur. Her şeyi bildiği için, öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Haddini bilmeyenin, bilmediği bir şey de yoktur.
Ülkede herkes kendisinin doktoru mesela. Bir şikayetten dolayı doktora gidiliyor, doktorun tedavi için yazdığı ilaç beğenilmiyor, yeri geliyor doktora “hocam şu ilacı yazsanız daha iyi olur” şeklinde tavsiye veriliyor. Birçoğumuz şikayetlerimize internetten çare arıyoruz. Yeri geliyor konu komşu veya bir akraba sağlık alanında doktorumuzdan daha çok bilgi sahibi olabiliyor. Bir kişinin yakını vefat ediyor, suçlusu ameliyatını yapan doktor oluyor. Mahalleden adam toplayıp hastane basmaya gidiliyor. Daha neler neler.
Ülkede herkes hoca mesela. Herkes kendinde din hakkında konuşma salahiyeti buluyor. Ekranlarda din bilmeyenler tarafından din hakkında konuşmalar yapılıyor. Dinin özü bilinmeden konuşulduğu için ortaya kendi içinde çelişkili ifadeler çıkıyor. Bunu izleyen ve zaten çok sağlam temelleri olmayan halkın kafası iyice karışıyor. Mesela cami cemaati imama dini bir soru soruyor – hangi gerekçeyle bilememsorunun cevabını beğenmiyor. Din dersi öğretmeni İslam’ın temel hareket noktalarından bahsederken öğrencisinden “öyle şey mi olur hocam” sözünü duyabiliyor. Din öğretmenini beğenmeyen öğrenci.
Tam bizim profilimiz.
Son olarak ülkemizde siyasetten anlamayan var mı soruyorum? Herkes kendisini devlet yönetmeye en layık kişi olarak görüyor. Birinin de çıkıp da “biz insan yönetmeyi, toplum ve devlet yönetmeyi bilmeyiz, iyisi mi işi bilene bırakalım” dediğini duymuşluğumuz yok. Hiçbir siyasetçi, politikacı beğenilmiyor.
Sürekli eleştiriliyor. Her söyledikleri söze bir cevabımız, her yapılan icraata takacak bir kulpumuz var.
Çünkü biz daha iyi biliyoruz onlardan!
E peki madem bu kadar konuşmayı seviyoruz, madem bilmediğimiz bir şey yok. Eleştirdiğin zaman demezler mi adama madem beğenmiyorsun çık sen yap diye? Bizde laf çok ama icraat? Hadi o zaman sen elini taşın altına koy dediklerinde sanki o beylik lafları hiç dememiş gibi davranıyoruz. Kaçıyoruz işten. Eli çalışmayanın ağzı çalışırmış dedikleri bu olsa gerek.
Menfaatimiz, çıkarımız her türlü değerin önüne geçmiş durumda. Her durumda işimize geldiği gibi davranıyoruz. Devlete uymak yerine devleti kendimize, doktora uymak yerine doktoru kendimize, dine uymak yerine dini kendimize uyduruyoruz. Adı üstünde uyduruyoruz!
Aslında en başta gelen sorun cehalet. Sonra da güvensizlik. Ülkemizde maalesef kimsenin birbirine inancı ve güveni kalmadığı için yapılan işe de saygı gösterilmiyor. Biz neden her şeyi biliyor gibi davranıyoruz? Birincisi bilmediğimizi bilmiyoruz. İkincisi bilene güvenmiyoruz. Bu güvensizlik ise adalet ve liyaketten yoksun kalmak ile yakından alakalı bir durum. Bir ülkede adalet sağlanmazsa, herkes kendi adaletini kendi sağlamaya çalışır. Bu da kaos doğurur. İş ehline verilmez, liyakat önemsenmezse o ülke vatandaşlarından her türlü sahtekarlık beklenebilir. Herkesin birbirini arkadan vurmaya çalıştığı bir toplum da haliyle refah bulamaz.
Hasretle beklenen bir sevgili misali; adalet, güven, sadakat, liyakat ve huzur…