Müslümanın inancı gereği, bu dünya bir imtihan yeri, bu dünyada yaptıkları ile ilgili olarak; ya cennete veya cehenneme girecek. Bu alem bir rahatlık, turistik ziyaret ve eğlence yeri değil, çileli, sıkıntılı, ızdıraplı bir alandır . Pekâlâ, mutluluk, huzur, rahatlık, meşru zevkler olmayacak mı? Elbette olacak. Yenilecek, içilecek, eğlence yapılacak, güzel giyilecek, sanat yapılacak. Bunun yanında […]
Müslümanın inancı gereği, bu dünya bir imtihan yeri, bu dünyada yaptıkları ile ilgili olarak; ya cennete veya cehenneme girecek.
Bu alem bir rahatlık, turistik ziyaret ve eğlence yeri değil, çileli, sıkıntılı, ızdıraplı bir alandır .
Pekâlâ, mutluluk, huzur, rahatlık, meşru zevkler olmayacak mı? Elbette olacak.
Yenilecek, içilecek, eğlence yapılacak, güzel giyilecek, sanat yapılacak.
Bunun yanında yaşamın bir gereği olarak, sürekli sıkıntılar, huzursuzluklar olacak. Pekâlâ, bu durumda nasıl huzurlu olunacak?
Dünyanın bir imtihan, bir sınanma, denenme yeri olduğu gerçeği ve amacının bir gereği olarak; tahammül edilecek, sabır gösterilecek, sıkıntıların üstesinden gelebilmek için bütün gayretler gösterilecektir.
Bu yüksek inanç, teslimiyet, tahammül, sabır, gayret sonucunda; hem bu dünyada, hem de ahirette huzurlu olacaktır.
Dünyada var olmanın amacı, hedefi bilinir se, Allah’ı da arkasına alır sa korkulacak bir durum yoktur, başarı da garantidir.
Müslümanların huzursuzluklarının ana nedeni dünyaya geliş amacındaki farklı ve yanlış algı kaymasıdır. Yani, gülmek, eğlenmek, haz almak, dünyayı imar etmek gibi bir amaca sahip olmaktır.
Böyle bir yaşam biçimi hayvanlarda da yok, bitkilerde de yok. Tabiattaki dengenin korunması ve insanoğlunun hayatını sürdürebilmesi için çabalar dururlar.
Günümüzde ahiret için var olan müslümanlar korkak, pasif, huzursuz; buna karşılık dünya emeli için var olanlar daha cesur ve kahramanlık gösteriyorlar? Görevler yer değiştirmiş durumda.
Bugün Rusya Devleti ve Lideri gözünü budaktan esirgemiyor, bunlara karşı koyan Ukrayna halkı da canları pahasına ülkelerini savunmaya çalışıyorlar.
Haklarını yemeyelim, müslümanlar da her yerde ülkelerini savunmuşlardır fakat acımasız katliamlara uğramışlardır.
Silahınız varsa dünyada söz sahibisiniz, hakkınızı savunursunuz. Bu durumda ekonomik güç bile ikinci sırada gelir.
Bugün hem nükleer, hem hipersonik, hem de konvansiyonel silaha sahip olan Rusya’yı hiç bir güç durduramıyor, hiç bir ekonomik yaptırım geri adım attıramıyor.
Cesaret çok önemli olsa da, karşıda kararlı, gözünü karartmış, gemileri yakmış biri varsa, tüm dünyanın korkmaması imkansızdır.
Dünyayı bir anda yok edecek, insanlığın sonunu getirecek bir kaç dakikalık iştir ve bir kaç düğmenin başındadır.
Zamanında acımasızca silahlanan, nükleer silah elde etmek için yarışan ülkeler birbirlerinin ayaklarına kurşun sıkma durumu ile karşı karşıyalar.
Olur da sıkıştırılmaya çalışılan, kışkırtılan, gözü dönmüş, psikolojisi bozulmuş bir lider ve kadrosunun bir anlık hamlesinin sonucunu hayal etmek bile istemeyiz. Olur mu, olur! Yapar mı yapar!
Bu konularda Yüce Mevla’mız Kitabında sürekli bizleri uyarmıştır:
” İnsanoğlu iyiliği istediği gibi, şerri de ister. Zira insanoğlu çok cahildir”.
“Başınıza gelenler kendi ellerinizle yaptıklarınız nedeniyledir”.
“Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir” ayetleri bir kaç örnektir.
Yıllarca bu toplumun dinî değerleri ile mücadele etmekten, heykel dikmekten, laiklik baskısından fırsat bulup da teknolojiye ve silahlanmaya fırsat bulamayanlar, bu milletin kaderine bir hançer gibi saplanmışlardır.
Bilimle, teknoloji ile uğraşması gerekenler, genç kızların başörtüsü ile uğraşmışlar, silahı elinde bulunduranlar tepeden bakmış, baskı uygulamışlardır.
Yani, elalem silahlanıyor, bizimkiler halkın değerleri ile savaşıyor.
Sahi! Vecihi Ünal’ın yaptığı hürkuş ve Nuri Demirağ’ın yaptığı uçaklar neden iptal edildi, fabrikalar yerle bir edildi? İzahını yapan var mı?
Biz yapamayız, edemeyiz, yaptırmazlar öğrenilmiş çaresizliği ile ve kızdırmayalım, bela almayalım korkusu ile yıllarca bu millete korkaklığı, ürkekliği, sinikligi, teslimiyeti aşıladılar.
Ne zaman ki 2002 den sonra Erdoğan hükümetleri başa geldi, bundan sonra teknoloji ve silahlanma hamlesi başladı. İç ve dış tüm engellemelere, tehtidlere, baskılara, darbe girişimlerine rağmen kendimize yeter duruma geldik. Kafamızı dik tuttuk, biz de varız dedik.
Azerbaycan Karabağ’da, Suriye’de, Libya’da, Irak’ta gücümüzü gösterdik dünyaya.
Henüz yeterli değil, zamana ihtiyaç var, çok geriden başladık, engellemeye çalışıyorlar.
Ama başramayacaklar Allah’ın izniyle.
Beni üzen, bu milletin inanç bağının zayıflaması sonucunda korkak ve ürkek davranması, kimilerinin teslimiyetçi yaklaşımıdır. Utanmadan, inatla kendi ülkesinin başarısını tüm dünya taktir ederken, kendi insanımızın görmemesi, görmek istememesi, inat ve ihanet içerisinde olmasıdır.
Geçici bir dünyada olduğumuzu farkedemeyen müslümanların korkaklığı ve teslimiyetçiliği bizi kahrederken, dünya için uğraşan kâfirlerin cesareti şaşırtıyor ve taktiri hakediyor.
Hala markete koşup, yağ kuyruğuna girip, birbirlerini ezen bir milletin davranışı ne ayıp, ne utanç verici bir haldir!