“Ev ahalisi ile otururken, televizyonun bir anda açılmasıyla nine şöyle bir derlenip toparlanır. Başörtüsünü itinalı bir şekilde düzeltir. Odadakiler gülerler. “Nine sen onu görüyorsun ama o seni görmüyor.” Nine torunlarının kendisiyle alay etmelerine, üstüne bir de gülmelerine aldırışetmez. Sırtını, camın öbür tarafındaki adama doğru çevirerek “duruş” alır.” (Barbarosoğlu, 2016) Geleneksel görüşe göre üstünlük görendedir. Günümüz […]
“Ev ahalisi ile otururken, televizyonun bir anda açılmasıyla nine şöyle bir derlenip toparlanır.
Başörtüsünü itinalı bir şekilde düzeltir. Odadakiler gülerler. “Nine sen onu görüyorsun ama o seni görmüyor.” Nine torunlarının kendisiyle alay etmelerine, üstüne bir de gülmelerine aldırışetmez. Sırtını, camın öbür tarafındaki adama doğru çevirerek “duruş” alır.” (Barbarosoğlu, 2016)
Geleneksel görüşe göre üstünlük görendedir. Günümüz modern düşüncesi ise bunu üstünlükgörünende olarak değiştirmiştir. Nine hem bunu bildiğinden dolayı hem de inancı ve mahremiyeti gereği olması gerekeni yaptığı halde kendisi gibi düşünmeyen ve inancı gereği yaşamayan modern çocuklar tarafından ayıplanmıştır.
Konuyla ilgili bir başka örnek de Hz. Aişe validemiz ile Peygamberimiz arasında geçmiştir. Hz. Aişe validemizin karşısına ama bir kişi çıktığı zaman örtünmemiş ve Peygamberimiz ona “O seni görmüyor ama sen onu görüyorsun” diyerek uyarıda bulunmuştur. Hayatını kendisini görenlere göre değil kendi gördüklerine göre tatbik eden bir anlayış. Mahrem olanın önce kendi göz kapaklarımızdan başladığını gösteren bir duruş.
Üstünlüğün görende olduğu düşüncesini Allah-insan ilişkisinden de anlıyoruz. Allah bu dünyada kullarına kendisini göstermeyerek gözetleme, denetleme ve değerlendirme alanlarının kendisinde olduğunu gösteriyor.
Bunun daha iyi anlaşılması için şöyle düşünebiliriz: Dünya bir sahne gibidir. O sahnede rol alan oyuncular da insanlardır. Yaptıkları role puan verme görevi de Allah’a aittir. Puan veren, verilenden tabiki üstündür. Yani gören,takip eden, denetleyen ve incelemeye tabi tutan varlık bunlara maruz kalandan üstün konumdadır.
Padişahların halk arasına çıkarken tebdil-i kıyafet ile kendisini göstermekten uzak kalması da aynı anlayışın bir yansımasıdır. Yöneten yönetilenden üstün olduğu için böyle bir tavır takınılmıştır. Yine Osmanlı döneminde padişahların Divan-ı Hümayun toplantılarını izlediği kafesli bir bölüm vardır. Bu alana Kasr-ı Adi denmiştir. Padişahın burada yine kendisini gizlediğini görüyoruz. Bir öğretmen bir sınıf öğrenciye sınav yaparken onların kendi haklarıyla puan alabilmeleri ve haksızlığın önüne geçebilmek için başlarında durarak onları gözetler.
Gören öğretmen, görünen öğrenci.
Bir polis düşünelim. Ortada bir suç var ve o suçun olası faillerini sorgu odasına alıyor. O, sorgu odasında zanlının başında onu sorgularken bir de diğer polis ve amirlerin bulunduğu siyah filmli camla kaplı bir alan vardır. Yine bir gizlilik ve yine bir gözetleme. Burada zanlıya üstü kapalı biçimde şu mesaj verilmektedir:”Ağzından çıkan sözlere çok dikkat et çünkü senin her hal ve hareketini inceliyoruz. Senin hakkında tahmin edemeyeceğin kadar çok şey biliyoruz. Aynı zamanda biz senden üstünüz.”
“Görünür olmak, daha fazla göz tarafından denetlenmeyi göze almak demektir. Daha fazla göz tarafından denetlenme ihtiyacı ise, insanın Yaratıcı tarafından görüldüğü/denetlendiği inancı ve bilincinin zayıflamasıyla doğrudan alakalandırılabilecek bir durumdur.”
(Barbarosoğlu, 2016)
Sosyal medya kullanıcıları olarak hepimiz bu konunun içerisindeyiz. O mecralarda paylaştığımız her şey bir çok kişi tarafından görülüyor, beğeniliyor, beğenilmiyor, eleştiriliyor veya takdir ediliyor. Ama hep yapılıyor, ediliyor. Yani bizim tarafımızdan değil başkaları tarafından idare ediliyor. Biz bu mecralarda aslında etken gibi gözüksek de edilgen bir durumdayız. Kendimizi, ailemizi, çevremizi sergiliyoruz bu alanlarda.
Görenlerin beğenilerine sunuyoruz bedenlerimizi. Yukarıda bahsettiğimiz gibi üstün konumdan aşağı konuma geçiyoruz. Gören değil görünen oluyoruz yani. Peki niye ihtiyaç duyuyoruz buna?
Çünkü geleneksel düşüncemizi yavaş yavaş kaybediyoruz. Sürekli bizi gözetleyen, bizi denetleyen, her halimizden haberdar olan bir varlık inancından uzaklaşıyoruz. Zaten böyle bir hayat yaşayanın kendisini başkalarına gösterme, sergileme değerlendirme ve beğendirme gibi durumlara da ihtiyacı olmayacaktır.
Mühim olan gören olmak, etkin ve faal olmak. İpleri kendi eline almak, kendi göbek bağını kendi kesmek.
Kaynakça
Barbarosoğlu, F. (2016). Şov ve Mahrem. İstanbul: Profil.