Her gece çığlık her gece çığlık… “Bilmiyorum! Tanımıyorum! Ben yapmadım!” Cevap hep aynı… Akşam olunca başlıyor sabaha kadar devam ediyordu. Önceleri uyuyamadım sonra da ben uyumak istemedim. Bu sesi tanıyordum ama çıkaramıyordum. On, on iki gün böyle geçti. Yine de sesin sahibini tanıyamadım… Bir ay sonra havalandırmada iken, avluya bakan ufacık pencereye […]
Her gece çığlık her gece çığlık…
“Bilmiyorum! Tanımıyorum! Ben yapmadım!”
Cevap hep aynı…
Akşam olunca başlıyor sabaha kadar devam ediyordu. Önceleri uyuyamadım sonra da ben uyumak istemedim. Bu sesi tanıyordum ama çıkaramıyordum. On, on iki gün böyle geçti. Yine de sesin sahibini tanıyamadım…
Bir ay sonra havalandırmada iken, avluya bakan ufacık pencereye sıkışmış, küpeştenin üzerine oturmuş, demir parmaklıkların arasından dışarıya bakan birisini gördüm. Kulağında, serçe parmağımın bir boğumu kadar et parçası vardı. Ben bunu tanıyordum! Evet! Bu benim Türkçe öğretmenimdi! Aşağıdan bağırdım; “Hocam hocam siz Halil Öğretmen değil misiniz?” bana yan yan baktı.
Düz bakamazdı.
Yan oturarak ancak sığmıştı pencereye. Durdu durdu, “186 İ nokta Nevzat Gülsoy” dedi. “Evet hocam benim!” dedim. En sonunda günlerce düşündüğüm sesin sahibini bulmuştum. “Nasılsın hocam?” dedim.
Asker koluma girdi; “Yasak!” dedi. Aldı, götürdü beni.
Giderken döndüm hocama baktım, artık görüş açımda değildi. Yine de el salladım…
Yıllar sonra öldüğünü duyunca, cenazesine gittim. Mezarlıkta herkes dağıldı, ben kaldım. “Nereden nereye…” dedim. Hocam benden vesikalık fotoğraf istemişti. Terekli zabıta şapkamı giyerek şehrimize yeni açılan, üç dakika da şipşak fotoğrafçıdan fotoğraf çektirdim. (Zaten çirkindim, fotoğrafta daha da çirkin çıkmıştım.) Hocam fotoğrafa baktı; ” Bu nasıl poz böyle ‘Ölürsem kabrime gelme istemem der gibi’ oğlum biz bunu disipline verilenlere değil, iftihar listesine asacağız” dedi. Gülüştük…
Daha doğrusu hocam güldü. “Olsun, bu pozda da karizma var” dedi.
Hocamın başında nöbet tutar gibi çelenk duruyordu. Üzerinde “186 İ. Nevzat GÜLSOY” yazıyordu. İkisini orada bırakıp, mezarlıktan çıkarken bahçe kapısına gelince döndüm… Görüş açımda olmamasına rağmen el salladım… Bekçi yanıma geldi; “Yasak beyefendi!” dedi. Tepem attı. Sesimi yükselttim. “Ne yasağı, burası Mamak Cezaevi mi?” dedim.
Bekçi sesini yükseltti. “Beyefendi, arabanızı kapı girişine park etmişsiniz, giriş – çıkışa engel oluyor” dedi…