İnsan doğar, büyür ve yaşlanır. Bu döngü hep böyle devam eder. Mevsimler gibidir hayat. Çocukluk, gençlik, yaşlılık gibi evreleri vardır. Bir su gibi akıp geçer. Akıp geçen aslında zamandır. Hepimizin aldandığı kıymetini bilmediği, bilemediği. İnsanı olgunlaştıran da zamandır. Akıp giden bu zaman diliminde geride kalan sadece özlemlerimizdir, anılarımızdır. Hiç şüphesiz edebiyatımızda da ‘özlemlerin’ ‘anıların’ ayrı […]
İnsan doğar, büyür ve yaşlanır. Bu döngü hep böyle devam eder. Mevsimler gibidir hayat. Çocukluk, gençlik, yaşlılık gibi evreleri vardır. Bir su gibi akıp geçer. Akıp geçen aslında zamandır. Hepimizin aldandığı kıymetini bilmediği, bilemediği. İnsanı olgunlaştıran da zamandır.
Akıp giden bu zaman diliminde geride kalan sadece özlemlerimizdir, anılarımızdır. Hiç şüphesiz edebiyatımızda da ‘özlemlerin’ ‘anıların’ ayrı bir yeri ve önemi vardır. Kimi zaman şairlere ilham olur, kimi zaman romanlara konu olmuştur. Özlenen ise bazen bir dostun muhabbetidir. Bazen sevgilinin sıcacık sesi, bazen sılaya hasret, bazen de yanık bir türküdür.
Özlemek elbette güzeldir ve insani bir duygudur. Hepimiz için öğle değil mi? Neden çocukluk anılarını özleriz? Neden geçmişi anarken derin bir ah çekeriz? Ve özlemlerimiz neden hep mazimiz içindir? Bunun cevabı anılarda gizlidir. Çocukken oynadığımız oyunlar, ilk arkadaşlıklar, izlediğimiz çizgi filimler, ilk öğretmenimiz, ilk karnemiz. Hatta ilk anne değişimiz babamızdan aldığımız ilk hediyeler… Çünkü özlemlerimizdir bizi mutlu eden.
Yöresi, bölgesi, dili, ırkı ne olursa olsun her insanın sevmeye sevilmeye ihtiyacı vardır. Ve her insan özler. Geçmişin izlerinde kendini bulmaya çalışır. Bu fıtrattandır.Her seferinde kaseti başa alıp o masum çocukluk günlerine yeniden dönmek ister. Yeniden körebe, misket, bezirgân başı, mendil kapmaca, yağ satarım bal satarım oynamak ister.
Çünkü hayat bizi yormuştur. Hayat bizi adeta köşeye sıkıştırmıştır. Çarşı pazar, çocuklar, ev kirası derken bunalmışızdır. Bunalan yorulan sadece bedenlerimiz değil, koca şehirde beton yığınları arasında sıkışan ruhlarımız da bunalmıştır. İkide bir kaçamak yapıp anılara sığınışımız bundandır.
Sahi aklınızda kalan hangi özlemleriniz var? diye sorsam herkes farklı cevap verecektir. Bu gayet tabidir. Benim özlemlerim bana aittir. Gurbet acılarım, damdan dama karların üstüne atlayışım, harmanlarda yaptığımız maçlar, cami minaresinden okunan ezan sesleri, tarlalara gittiğim tozlu topraklı yollar ve köyümün düğün, nişan törenlerini hep özlemişimdir. Özlemlerimi gidermek için kimi zamansılayı rahim, kimi zaman da doğup büyüdüğüm toprakları ziyaret ederek gidermeye çalışmışımdır.
Aslında acılar/gurbet acısı/ özlenmez. İnsan unutmakister acılarını. Hakikat şu ki bizleri olgunlaştıran acılarımızdır.
Aynı soruya muhatap olan ailemizin ilk üyesi /oğlum/ Ahmet Erdem; “babacığım ilk tuttuğum orucu, kandil gecelerinde yediğim susamlı simidi, şeker topladığım bayramları, trenle yaptığımız ilk yolculuğu özledim” derken; küçük kızım Rüveyda; “babacığım, bana dayımın düğününde aldığın pembe elbiseyle beyaz ayakkabıları, doğum günümdeki pastayı, kuran okumaya geçtiğim ilk günleri hiç unutmam”. diyebiliyor.
Evet, özlemlerimiz farklı olsa da ortak noktası bizi çocukluk anılarına götürüyor olmasıdır. Hayat bize yarınlara umutla bakmayı öğretirken diğer yandan geçmişe de sahip çıkmamızı öğretiyor. Bugün yaşadıklarımız ertesi gün anı olacak. Anılarsa bir köprüdür geçmişle gelecek arasında. Hem de kültür ve medeniyet köprüsü.
Unutmayalım ki; dünü olmayanın yarını da yoktur. Özlemleri olmayansa hayattan kopuktur. Efendim, Bir kıta şiirle yazıma son veriyorum.
Dün geçti bugün yaşıyorum
Ne bileyim yarın ne olacağını
Anı yaşıyorum sadece anı
Keşkeleri hiç kullanmadan
Anılarınızın bol, özlemlerinizin daim olması dileği ile esen kalın.