“İşte bu kitap(Kur’an-ı Kerim) -ki üzerinde hiçbir şüpheye yer yoktur- Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlara bir rehber [olarak indirilmiş]tir.”(Bakara/2) Bu makale bu duyarlılıkta olanlara yönelik olarak kaleme alınmıştır.
Takvim yaprakları 622 yılını gösterirken tarihin en anlamı bir göçün tamamlayıcı son halkası yaşanıyordu. Üçüncüleri Allah olan 2 mülteci/göçmen bir gece yarısı doğdukları yere veda ederek, yabancısı oldukları bir ülkeye gidiyorlardı. Üstelik onların mülteci olmalarını Allah istemişti. Birinin adı Muhammed b. Abdullah diğeri ise Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe’dir.O ülkenin adı Yesrib’di. Sonra Medine oldu.
Medine ülkesinin vatandaşları; Arap Evs ve Hazrec kabileleri, Kaynuka, Nadir ve Kureyza oğulları gibi Yahudi kabileleri, ayrıca az da olsa Hristiyanlardan oluşmaktaydı. 610 yılında başlayan İslam daveti Akabe biatına kadar, Mekke sınırlarında kalan İslam; Akabe biatlarıyla birlikte Medine ülkesinde de yayılmaya başladı.
Haliyle bundan rahatsız olanlar vardı. Özellikle Hz. Peygamberin mülteci olarak geldiği Medine’de; Medine’nin yöneticisi olmak üzere taç giyme törenine hazırlanan Abdullah b. Übey b.Selül vardı. Kendisi Hazrec kabilesinin reisi/yöneticisiydi. Yesrib halkının Abdullah’a taç giydirmek üzere iken Hz. Muhammed’in Medine’ye hicret etmesiyle bunun gerçekleşmediği görülmektedir.
Hz. Peygamber’in NadirYahudilerinin Medine’yi terk etmelerini istemesi üzerine, Abdullah b. Übey Yahudilere haber göndererek yerlerinden ayrılmamalarını ve Peygamber’e karşı gelmeleri operasyonunu yönetmiştir.Abdullah b. Übey, Benî Mustaliḳ savaşından dönerken de eskiden beri sürdürdüğü bozguncu hareketlerine devam ederek,Medine’ye gelen mülteciler/muhacirler aleyhine çirkin sözler söylemiştir.
Savaş dönüşünde, Medine’liHazreç Kabilesinden Sinan ile Mekkeli mülteci/göçmenCahcah arasında kuyu başında bir kavga çıktı. Mülteci Cahcah, yumruk ve tokatlarla yerli Medineli Sinan’ın yüzünü kanlar içinde bıraktı. Ayrıca Sinan haykırarak “Yetişin mülteciler/Muhacirler, neredesiniz?” diye seslendi.
Bu ses üzerineEnsar’lagöçmen/Muhacirler ayrı ayrı derhal toplandılar. Kılıçlarını sıyırdılar. Az kalsın büyük bir fitne kopacak, Müslümanlar birbirlerine girecekler ve Selül hedefine ulaşacaktı. Ama sağduyulu Muhacirlerle/göçmenler Ensar’ın/yerliler bazı ileri gelenleri olayı yatıştırdılar. Provokasyon tutmadı.
Kendisi de bir göçmen/muhacir olan son nebi, topluluğun bulunduğu yere geldi ve “Cahiliye insanlarının davası mı güdülüyor? Nedir bu çığlıklar, bu feryatlar? Derdiniz nedir?” diye sordu. Halk, bir Muhacirin Ensar’dan birini tokatladığını söyleyince, “Bırakınız şu Cahiliye âdet ve davasını. Çünkü o, bir murdarlık, bir kötülüktür. Cahiliyedavasını güden, kendini Cehenneme atmış olur.” buyurdu.
Bunun üzerine Sinan, Cahcah üzerindeki hak ve davasından vazgeçti. Bu esnada münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy bin Selûl’un ortaya atıldığı görüldü. Zira bu hâdise onun için ele geçmez bir fırsattı. Nitekim “Ey Ensar (Medineliler)! Bu Muhacirler (Mekkeliler), sayenizde kuvvet ve şöhrete nail olmuşken, şimdi bize böylesine hakaretle muamele ediyorlar.” diye bağırdı.
Sonra şeytanî bir tavırla kavmine dönerek şöyle dedi:
“Bunları şehrinize getirip bir yer verdiniz, mal ve yiyeceklerinize ortak yaptınız. Uğradığınız bu hakaretlere tek sebep yine sizsiniz. Vallahi, biz Medine’ye dönecek olursak en izzetli ve kuvvetli olan [kendisi ve bağlıları] en zelil ve en zayıf olanı [hâşâ Peygamberimiz (sav) ve Muhacirler] oradan sürüp çıkarılacaktır.”
Baş fitnecive münafık Selül insanların en kırılgan noktasını harekete geçirerek onlar üzerinden Medine’ye kral olmak istiyordu. Ama iman edenlerin imanı buna izin vermedi. Irkçılığa, yok saymaya ve ötekileştirmeye direndiler. Çünkü İslami düşüncede mülk Allah’ındır. Selül’ün sözleri Türkiye’deki mülteci karşıtlarının sözlerine nasılda benziyor. İnsan ve çevre aleyhine olmadığı müddetçe insan denen varlığın yeryüzünün heryerinde/Allah’ın mülkünde yaşaması onun hakkıdır. Toprak, hava, enerji, su ve güneş insanın ortak malıdır. Ahlak ve adaletin olduğu gibi.
Mekke’ye veda eden ve üçüncüleri Allah olan o 2 kişiden biri Muhammed b. Abdullah (son peygamber Hz. Muhammed sav) ve Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe (Sıddık ünvanlı ilk halife Hz. Ebu Bekir ra) idi. Hz. İbrahim, Hz. Nuh, Hz. Musa’da göçmen/mülteciydiler.
Ve bir mülteci olan Peygamberin ümmeti nasıl olurda haksız ve hukuksuz olarak Mülteci karşıtı olabilir. Aslında yeryüzü göçmenler ülkesi değil mi? Kanı pahamıza savunduğumuz Anadolu’ya biz Orta Asya’dan gelmedik mi?