Özgürlüğün iki türü vardır; dikey özgürlük ve yatay özgürlük. Dikey özgürlük bizim gibi bu evrenin ve içindekilerin bir yaratıcı tarafından meydana getirildiğine inanılan toplumlarda sadece yaratıcıya has olan ve “ne isterse onu yapmak”ile tanımlanan bir kavram. Yani bir insan yüce bir yaratıcı inancına sahip ise kendisi için dikey özgürlükten bahsedemez. En başta dünyaya gelmek eylemi […]
Özgürlüğün iki türü vardır; dikey özgürlük ve yatay özgürlük. Dikey özgürlük bizim gibi bu evrenin ve içindekilerin bir yaratıcı tarafından meydana getirildiğine inanılan toplumlarda sadece yaratıcıya has olan ve “ne isterse onu yapmak”ile tanımlanan bir kavram. Yani bir insan yüce bir yaratıcı inancına sahip ise kendisi için dikey özgürlükten bahsedemez. En başta dünyaya gelmek eylemi bu düşünceyi engeller. Dünyaya gelme, bir cinsiyete ve belirli bir fiziksel görünüme sahip olma, belli yönelimlerinin, ilgi alanlarının, yetenek ve kabiliyetlerinin olması, içinde vicdan, merhamet, adalet, iyilik gibi duyguların neşvünema bularak akıl ve irade sahibi olarak bu dünyada bulunma gibi özellikler zaten senin için sana sorulmadan seçilmiş ve tasarlanmış bir dünya hayatının olduğunu, dolayısıyla hiçbir konuda dikey bir özgürlük alanının olmadığını gösterir. Dikey manada özgür olan Tanrı’dır. Allah’tır. Dikey anlamda özgür olan bir varlıkta yaratılmış tüm iradeleri kapsayan ve kendine has yapısı ile diğer hiçbir varlığa benzemeyen bir irade yapısı, güç ve kuvvet bulunmalıdır. Bunlar da bizi yaratan Halık’tan başkasında bulunmayan özelliklerdir. Öyleyse “mutlak” anlamda özgür olan sadece odur.
Yatay özgürlük ise dikey özgürlüğe sahip varlık tarafından kendisine verilmiş ve evren veya yaşadığı alem içerisinde sınırlı; karar alma, seçim yapma ve dünya hayatını kendine göre organize etme noktasında -sorumluluklarının farkında olmak kaydıyla- sınırsız bir durumdadır. Bu sınırsızlık dünya hayatı ile ve belirli bir ömür süresi ile sınırlıdır. Yani mutlak değil mukayyettir, kayıtlıdır.
Özü gür olmaktır özgürlük. Buradan gelen bir kavramdır. Demek ki özgürlük başkasına benzememezlik ile yakından alakalı. Kendi gibi olmak, kültürel kodlarına sahip çıkmak, öteki ile değil özü ile var olmak, gücünün ve potansiyelinin farkında olarak maziyi atiye bağlama görevini diğer bir deyişle geçmişle kaynaşık bir halde geleceğe yön vermek vazifesini kendi bünyesinde barındırmaktır özgürlük. Buradan anlıyoruz ki bir insan yaşadığı coğrafya, içinde yetiştiği, serpilip büyüdüğü kültür, en yakınından en uzağa kendisinin düşünce dünyasını oluşturan her bir etkenle ne denli uyumlu ve entegre bir hayat yaşarsa o kadar özgür olacaktır. Ayağını yere basarken toprak altında yatan ve kendisine güzel bir gelecek bırakmak için canlarını feda etmiş atalarına layık olabilmek ümidi ile yaşar özü gür yani özgür insan.
Tüm bunlar gösteriyor ki özgürlük sorumluluk ile birlikte yürüyen bir kavramdır. Kişi kendine, ailesi ve akrabalarına, dostlarına, mahallesine, şehrine ve ülkesine karşı kendisini sorumlu hissederse özgürlüğün tadına varmış olur. Bir insanın bedeni ve eylemleri konusunda “ben özgür bir bireyim her istediğimi yapabilirim” demesi özgürlük değil başına buyrukluktur. Çünkü bu tarz söylemler atalet, serkeşlik, sorumsuzluk ve cehalet içermektedir. Bu söylemlerde bulunan bir kişinin çalışkan, ağırbaşlı, sorumluluk sahibi ve bilgili olması beklenemez. Çünkü aslında böyle derken nefsinin hoşuna giden şeylerin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Nefis bu dünyada insanın zararına ne varsa ister. Serkeş bir şekilde hiçbir kural ve kaide tanımaksızın, üzerinde hiçbir vazife tanımadan canı ne isterse onu yapmak ister. Bu da sorumsuzluk demektir. Aynı zamanda bu kişi kendinden ve dünyadan bihaberdir. Kendi varlığının etrafındakilere bağlı olduğunu yani muhtaç bir varlık olduğunun, başkasını kısıtladığı zaman kendi özgürlüğünden bahsedilemeceğinin bilincinde değildir. Hülasa “sorumsuz bir özgürlük, özgürlük değil başına buyrukluktur.”