KOL SAATİ

Murat ağabeyi tanıdığımda evlerde kullanılan, küçük elektrikli fırın imal ediyordu. Daha önce de dört arkadaş ortak, Devlet Malzeme Ofisine çelik dolap yapıyorlarmış. Benim kapalı kasa kamyonum var. Bu fırınları köy köy mahsul parasına, yani ‘harman veresiye’ satıyorum. O yıllar elektrikli sobalar ilkeldi. Tuğla üzerine tel sarılır, tel ısınınca soba yanar. Sıcakta genleşir, soğuyunca daralır ve […]

Yayınlama: 22.05.2022
A+
A-

Murat ağabeyi tanıdığımda evlerde kullanılan, küçük elektrikli fırın imal ediyordu. Daha önce de dört arkadaş ortak, Devlet Malzeme Ofisine çelik dolap yapıyorlarmış.

Benim kapalı kasa kamyonum var. Bu fırınları köy köy mahsul parasına, yani ‘harman veresiye’ satıyorum.

O yıllar elektrikli sobalar ilkeldi. Tuğla üzerine tel sarılır, tel ısınınca soba yanar. Sıcakta genleşir, soğuyunca daralır ve nihayet uzayıp kısalırken tel kopar, soba bozulur.

Murat ağabey, çok ileri görüşlüdür. Çinden elektrikli sobanın hammaddesini getirtmişti. Rezistans tel, tuğlaya sarılmıyor. Cam boru içerisinden geçip quartz soba oluyor. Türkiye’de henüz yok! Murat ağabey imal edip bana düşük karla veriyor, bende satıyorum. Ama piyasa da tutulmadı…

Kimi cam kırılır diyor, kimi çok yakar diyor ve murat ağabey battı! Yüz kişinin çalıştığı fabrika da  kapandı. Fabrika yeri babasının tarlasıydı, çok büyüktü ve Sanayi bölgesi olmuştu, sonra fabrika arsasının bir bölümünü satıp yayık makinesi yaptı. Türkiye’de ilk kez! Yoğurdu koyuyorsunuz, ayran oluyor. Onbeş dakika çalıştırınca halis tereyağ çıkıyor. Köylü aynı yağı çıkarmak için eliyle deri, küp veya tahta yayıkda iki saat uğraşıyor. Buna rağmen elektrikli yayık piyasa da pek rağbet görmedi umulan bulunmadı…

Murat ağabey bir gün, iş yerime geldi. “Gel seni bir yere götüreyim” dedi. Şehrin hemen çıkışında, anayol üzerinde iki katlı büyük bir bina, çalışmalar var. “Bak, buraya süpermarket açıyorum! İçerisinde hiçbir yerde olmayan olacak!” deyince, ” Ne yani bizim bakkal da olmayanları mı satacaksın?” dedim. “Hayır!”  dedi. Hizmet olarak söylüyorum.

Aile markete gelecek, kadın alışveriş yaparken kocası kafeterya da oturup Kahve içip gazete okuyacak. Çocuk da kreş bölümünde, öğretmen nezaretinde oynayacak dedi.

“Murat ağabey adamı güldürme, öyle şey olur mu? Bakkal büyünce süpermarket olur. Hem marketin içerisinde çocuk salıncağı olur mu? Bizim park da bir tane demir salıncak var, oda kaynak yerinden kırık!” ve  süpermarket açıldı! Türkiye’de ilkti!

İki yıl dayanabildi ve battı…

Daha sonra fabrika arsasının bir bölümünü de satmış. Yeni bir imalata başlayacakmış. Son görüştüğümüz de anlattı. Hasta karyolası ve sedye yapacakmış. Elektronik olup, düğmeye basınca hareket edecek. Hasta kendi kendine yatağına ayar verecekmiş. Hastabakıcının ve hemşirenin, karyolanın pozisyonunu değiştirmek için kolu  çevirmesine gerek kalmayacakmış!

Dinledim, proje güzel. “Bak ağabey, güzel konuşuyorsun ama yine batarsın! 

Ben seni otuz kırk yıldır  tanırım. Halktan çok ileri düşünürsün, senin yaptığın işleri biz öğrenene kadar sen batıyorsun. Bu seferde batarsın, elinde satılacak arsa da kalmadı!” dedim. “Artık akıllandım! Direkt İngiltereye satacağım! İç piyasaya daha sonra…” dedi. Yedi, sekiz yıldır hiç görüşmedik. En son döviz bürosuna geldi. Kameradan görünce, kapıdaki güvenliğe yok dedirttim. Görüşmek istemedim o gün pozisyonlarda ters köşe olup zarar etmiştim. Canım sıkkındı, birde onunla uğraşamazdım. Yanıma zaman zaman uğrar çay kahve söylerim, içmez, konuşmaz… 

Sadece işaret parmağını gösterir, anlarım Bin mark borç veririm. Başka zaman işaret parmağı ile orta parmağını makas hareketi yapar, iki bin mark borç veririm. Mark kalkınca bizim para birimi de otomatikman “Euro” oldu. Borcunu hiç aksatmadan öder, teşekkür edip gider.

O gün yok dedirtmemin nedeni borç alacakdan değil, kendi psikolojimden kaynaklıydı…

Sonra da pişman oldum…

Ortak bir tanıdığımıza telefon açtım. “Senin ki ne yapıyor? Görüşüyor musun?” dedim.

Haberin yok herhalde murat köşeyi döndü. Fabrikayı aynı sektörde dünya devi bir şirkete yüklü bir paraya sattı! Yatıyla açık denizlerde yada küçük uçağı ile bu yaşta İsviçre alplere kayağa gider. Türkiye’de pek kalmaz. Kaldığında da boğazda yalı aldı, İstanbul’da kalır. Hayır işlerine başladı, bir hastahane yaptırdı, bir de meslek lisesi… Hatta lisenin yakında açılışı var. Deyince heyecanlandım, güvenliğe sordum; ” Az önceki adam bir şey söyledi mi?” dedim. “Yok ağabey, selam söyledi bir poşet bıraktı.”dedi.

Önceleri olsaydı poşeti sen al derdim. Çünkü böyle insanlar son derece beyefendilerdir. Son dolmuş parası kalsa dahi eş, dost ziyaretine eli boş gelmezler…

Ya iki kurabiye yada ikiyüzelli gram lokum alıp gelirler. Bende gelen poşeti personele veririm. Ama bu seferki poşet böyle olmayabilir ve poşeti isteyip açtım. İçerisinde bir zarf, bir kutu. Zarfda meslek lisesi açılış törenine onur konuğu olarak davetli olduğum yazıyordu. Kutuyu açtım içerisinde İsviçre malı el yapımı bir kol saati… Arkasında aynı markanın yazı karakteri ile yazılmış, yani yapan usta yazmış belli :” SEVGİLİ KARDEŞİM NEVZAT GÜLSOY’a OKUL AÇILIŞ HATIRASI”

Benim bu kadar pahalı bir saati takmayacağımı beni tanıyanlar bildikleri için onları şaşırtmadım.

İş yerinde ki üç tonluk çelik kasanın, özel bölmesindeki çekmecenin altında, şifresini sadece benim bildiğim özel bölmede duruyor. O saat şimdi!

REKLAM ALANI
Yazarın Son Yazıları
03.09.2022
07.05.2022
07.06.2021
16.10.2021
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.